31 Temmuz 2007 Salı

DUA DEMETİ

Ebu'd-Derda (r.a)dan rivayet edilen bir hadisi şerifte Rasulullah (s.a.)'ın bildirdiğine göre Davud aleyhisselam şöyle dua edermiş: "Allahım! Senden seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi, ve senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim. Allahım! Senin sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl. " (Tirmizi, Deavat 73, Tefsirü'l Kur'an 39).

İLAHİ AŞK NEDİR ?

" Aşk nedir? dediler Mansur'a. Sabredip bekleyin dedi.
Üç güne varmaz görürsünüz. Önce kollarını ayaklarını kestiler
Her uzvu Aşk dedi. Astılar, bedenini o yine Aşk dedi.
Yakıp küllerini nehre saçtılar
Her bir zerresi Aşk ile Enel-Hak dedi."

Aşk, insan duygusal alanı içinde en karşı konulmaz olanlarından biri. Çağlar boyunca insanın insana, insanın hayvana, doğal dünyaya hatta kendine duyduğu sevgi karşı konulmaz seviyelere gelince bu isimle anılmış. Ümitsiz aşıklar, efsaneler, aşkı için ölenler, öldürenler, bir prensesin aşkı için savaşan toplumlar, işgaller, yazılan şiirler, her yere kazınan baş harfleri, balkon altı serenatlar, gönderilen çiçekler, parfümler, yemekler, dijital aşklar, platonik aşklar, hayali aşklar, tek yanlı ümitsiz aşklar, ömür boyu süren aşklar ve anlattıkça uzayan milyarlarca aşk öyküsü.

Bu sefer farklı bir aşka bakacağız. Bilmediğimiz belki duysakta hissetmediğimiz bir aşka. İlahi Aşka. Ancak konuyu yalnız dinsel anlamıyla değil kültürlerarası ortak öğeleriyle göreceğiz.


Aşkın aldı benden beni / Bana seni gerek seni /
Ben yanarım dünü günü / Bana seni gerek seni
"Ben bu sûretten ileri adım Yunus değil iken /
Ben olidim, ol benidim, bu aşkı sunandayıdım."
Sus Yunus Sus Söyleme Seni de Mansur gibi asarlar. / Yunus Emre"

Anam aşk, babam aşk, Peygamberim aşk, Allahım aşk, Ben bir aşk çocuğuyum, Bu aleme aşkı ve sevgiyi söylemeye geldim." / Mevlana

Varoluşuyla başlayan kimlik arayışı insanı çeşitli uygulamalara itmiş. Her araştırma yeni bir fikir yeni bir duygu getirmiş. Ancak dünyanın çeşitli zamanlarında ve yerlerinde bazı insanlar benzer şeyleri söylemiş, hissetmiş ve yansıtmış.

Batıda Panteizm diye anılan felsefe her atomun, her ağacın, her insanın gördüğümüz ve görmediğimiz her nesnenin evrensel bir Tanrı'nın parçaları olduğunu, insan ve Tanrı ayrımının olmadığını savunur. Aynı düşünce tasavvufta Vahdet-i Vücud ve Vahdet-i Şühud olarak iki geleneksel yaklaşıma bölünmüştür.

"İnsanın Tanrı anlayışı evreni kapsayamaz" kabulü ile başlayan anlatımlar yine de insanın tüm evrenin akışının ayrılmaz bir parçası olabileceğini söyler. Bilinç daha önce bir zarla ayrı kaldığı ben dediği beden ve ruh dualitesini teklik bilincine aktarabilir. Bunun olanaklı olduğunu savunan tüm öğretilerde ortak bir yön vardır.

Zen'deki "Geçitsiz Geçit", Gerçek Akıl aklın yokluğudur. Fenafullah, Vecd, Brahman bilinci, Taoist felsefe dikkatle okunduğunda aynı aşkın durumun anlatıldığı görülür. Zihinle çıkılan yolda. Bir manevra zihne derin bir sessizlik getirir. Durmak bilmeyen düşünce akışı susmuştur. Kimlik tanımlanamaz bir alana dönüşmüştür. Çatışması biten zihin durgun bir göl gibi artık dalgalanmamaktadır. Bilinç şu ana odaklanmış ayırmadan bölmeden sınıflandırmadan, onaylamadan ve reddetmeden gözlemektedir. Şuurun evrenle kopacağı hiçbir yer kalmamamıştır. Kişi Satoriye ulaşmış, ermiş, Aziz olmuş Aşkın bilince geçmiştir. Ama orada kendisi yoktur.

"Gökyüzü nasılda mavi / Bak kuyudan su çekiyorum /
Ormandan odun taşıyorum. " / Zen Şiiri

Tarifi son derece garip gelen ve bu adamın eline doğru kabul edersek ne geçmiştir dedirten bir dönüşümdür bu. Kafayı bulmaktan uyuşmaktan bir travma geçirmekten ne farkı vardır sorularını geitirir. Ya da klinik bir şizofreni vakasından farkı nedir?

Sanırım fark ve gerçek o kişiler için son derece açık. Çünkü isimleri sevgiyle saygıyla anılıyor. Mevlana, Santa Claus, Yunus Emre, Buda, Krishnamurti, Nisargadatha Maharaj vb.) Ancak dışarıdan bakan biz araştırcıları ikna edecek nedir? Bir değişim olmuş mudur? O insanların sonsuz sevgisini enerjisini hatta belki sıradışı pek çok eylem ve oluş hallerini görebiliriz. Kendi bilincimizde değişimin gerçekliğini nasıl ispatlarız?

İşte Aşk, burada imdada gelir. Boşluk kadar sonsuz sessizlik kadar yakan kavuran önünde durulmayan bir Aşk her birinin hem dilinden hem eylemlerinden dökülür.

Aşk diyerek anlattıkları durumda çevrelerindeki herşeyi sevdikleri tanım ötesi olan hakkında konuşulamayan bilinç durumunun yansıması olarak görürler. Artık onlar ölümsüz bir oluş ve farkındalık içindedirler. Bilinç ve akıl doğacak ve ölecektir onlarsa dünyanın kendi içlerinde cereyan ettiğini söyleyecektir.

İlahi Aşk sırlarla dolu bir sırdır. Anlatması sırdır. Anlaması sırdır. Paylaşması sırdır. Bu her çeşit dinin figürleri içine hatta günümüzün Matrix bilinçlerine kadar girmiş, Fizik biliminin Quantum belirsizliklerinde tüm evreni oluşturan quark denizinde ortak bilinç alanları olarak ortaya çıkmış olağanüstü bir potansiyeldir. İnsan evriminin bir sonraki adımıdır. Ancak yine aynı soruyu sormak biz okuyan merak eden ve doğruluğunu sorgulayanlar için şarttır. Bilinç üzerinde kökten değişimi sağlayacak beyni bu Aşk akışıyla açacak süperbilinç halinin anahtarı nedir?

"Bu bilgiyi arayarak bulamazsın.
Ama ne var ki bulanlar, yalnızca aramış olanlardır
Bu cüppenin altında Tanrı'dan başkası yoktur. / Beyazıt-Bistami
"

Cevap verenler sadece koanlarla, paradokslarla anlaşılması zor sorularla olur. Bu sorular ikili şartlanmış gece/gündüz, doğru/yanlış, beyaz/siyah şeklinde kodlanmış bir aklı paralize edecek yapıdadır.

"Bana tek elin sesini göster". "Annenle baban seni doğurmadan önceki yüzünü hatırla." " Hiçbirşey yapmamak. " "Wu-wei"

İçinden çıkılması her cevapla zihin kesin bir duyguyla yüzleşir. Cevap, aradığı o kesin varoluş bilinç alanı içinde değildir. Bu aşkı görenler içinse bunu zihin diliyle anlatmak imkansızdır. Tanımlama için gerekli duygusal karşılıklar yoktur. Tanımlama için gerekli olan zıtlıklar yoktur. Tarif edilmek istenen şuur hali tariflerin ötesindedir. Bu nedenle ustalar şaşırtıcı şeyler yaparlar. Çoğunlukla cevap vermez susarlar. Ya da uzakdoğu'da çok ünlü bir kalıpla konuşurlar. "Sana verecek hiçbirşeyim yok. Hazinen dururken benimkini mi istiyorsun" "Yemeğini yedinse git kapları yıka" "Bırak bu senliği benliği" Tüm bunlar aynı evrensel şuurun parçalı bir zihinde akseden yarım ifadeleridir.

Aşk ise öylesine bütünseldir ki "Onları affet" der "Ne yaptıklarını bilmiyorlar" Bu sevgi öylesine bütündür ki bir ata vurulduğunda kendi bedeninde hisseder acısını, öylesine nefes aldırmazdır ki semalara koşturur, şiirler dillendirir, en kötüye bağışlama yüreğini açar, en karanlığa ışık götürür.

O kadar sessiz ve karanlık ki ona Boşluk diyoruz. Tao Te King

İnsanlar benleriyle sevdikçe bu Aşk bilinmez. Sadece o Aşka dalanların pervaneler gibi o ışığın aşkıyla daldıklarını duyarsınız ateşe yanıp dirildiklerini tekrar yandıklarını tekrar attıklarını görürsünüz o ateşe. Mecnunlar bile utanır onların sevgisi karşısında İlahi Aşk işte öyle birşeydir.

BİR HİDAYET ÖYKÜSÜ

CATHERİNE DELORME Sicilyalı heykeltraş bir babanın çocuğu olarak 1901'de doğdu.Çocukluğu Cezayir'de geçti.1.Dünya Savaşı sırasında Fransız bir doktorla evlendi.Eşinin tayini üzerine Tunus'a gitti.Müslüman olduktan sonra Hidayetullah ismini aldı. Hidayet öyküsü -kendi anlatımıyla-:

asecde.jpg (9125 bytes)

"Tunus'ta iken İslamiyete duyduğum alakadan dolayı müslüman ailelerle yakınlık kurdum.Fakat İslam ile ilgili sorularıma tatminkar cevaplar alamadım.

Birgün dostluk yaptığım fakir müslüman bir ailenin kızı bana islami kadın kıyafeti giydirdi.Aynaya baktım, kıyafetimi çok beğendim.O gece rüyamda Kabe'ye gittiğimi gördüm. Rüyamı tabir eden müslüman hanım; "Bir gün mutlaka hacca gideceksin"dedi.

Birgün küçük bir sokaktaki mütevazi dükkanında,sanki bu dünyaya ait biri değilmiş gibi duran,derin bir düşünceyle huzur bulmuş nur yüzlü bir zat gördüm.Başındaki beyaz takkesiyle siyah sakalı hoş bir görüntü teşkil eden bu adam,kapalı gözleriyle ve elindeki tesbihiyle bana değişik geldi.Sanki tanıdık bir simaydı.Gözlerimi ondan ayıramıyordum.Bakışımı hissetmiş gibi gözlerini açarak tatlı bir tebessümle yaklaşmamı işaret etti.

Oturmam için bir sandalye gösterdi ve;"Sana verebileceğim bir şey var mı?"diye sordu.Ondan elindeki tesbihi ve okuduğu duayı öğretmesini istedim.O zat şaşkın halde;"Tesbihi memnuniyetle veririm ama duayı neden istiyorsun?"deyince,"Evet ama senin yaptığın duayı benim de yapmama engel değil ki..Senin Rabbin benim de Rabbim değil mi?"dedim.O da;"Doğru.Fakat bu zikir müslümanların temel inancıdır.Allah başka bütün ilahları reddeder."La ilahe illallah"şehadetin 1.kısmıdır.Kalbden söylendiğinde İslamiyete girilmiş olunur."dedi.Bunun üzerine ben;"Şu halde diyebilirim ki,ben her zaman müslümanmışım.Çünkü daima tek Allah'a inandım."dedim.O zat devamla;"Şehadetin 2.kısmı yalnız İslama mahsustur.O da ;"Muhammed(s.a.v) Allah'ın Resulüdür.Hz.Muhammed'in peygamberliğine inanmak,Allah'ın birliğine inanmayı gerektirir.Bu zikri 2 kısmıyla birlikte,istersen öğretebilirim."dedi."Tek Allah'a nasıl inanıyorsam,O'nun peygamberlerine ve Hz.Muhammed'in onlardan biri olduğuna inanıyorum."dedim.

Daha sonra o zat bana abdestve guslün şartlarını öğretti.Telaffuzunu öğrettiği zikri 300.000 kere çekmemi söyleyerek tesbihini verdi.Bu görevi ancak 3 ayda tamamladım.Sonra o nur yüzlü zatın yanına gittim.

Tesbihini alıp,dualar okuyarak kokular sürdü ve bana geri vererek;"Bugün güzelce abdest alarak yat ve bu tesbihi yastığının altına koy,bir rüya göreceksin ve ben tabir edeceğim."dedi. O gece rüyamda,cami gibi bir yerde Peygamberimizi gördüm.Ben perişan,aç,sefil bir vaziyetteydim.Beni elini uzatıp yanına çağırdı.Yanına gidince birden değiştim.Şahane,pırıl pırıl bir elbiseye bürünmüştüm.O'nun kalbime telkin ettiği fikirle,benim pek az görülen bir lütfa mazhar olduğumu anladım.

Ertesi gün o zatın dükkanına gidip,rüyamı anlattım.Zatın gözlerinden yaşlar boşandı.Heyecandan güçlükle konuşarak,"Biz atadan müslümanız.Gençliğimden beri bu zikre devam ediyorum.Fakat bir türlü tamamlayamıyorum.Hep yeniden başlıyorum.Dünyada herşeyden çok Resulullah'ı görmek istiyorum.Bu lütfa henüz nail olamadım.Sen bir yabancıyken ve dinimiz hakkında hiç birşey bilmezken bu lütfa mazhar oldun."dedi.

Bir süre sonra üstüme başıma özen göstermediğimden dolayı beyim"Yeter artık,Tanrınla benim aramda bir tercih yapmalısın!"deyince çok üzüldüm.Dini bilgimi,eşime farkettirmeden arttırmaya devam ettim.

1950'de Fas'tayken kadıya giderek resmen müslüman olmak istediğimi bildirdim.Kadı İslam hakkında bilmem gerekenleri bildirdi.Fakat bana resmi bir belge vermekten kaçındı.Zira o zaman Fas,Fransız himayesindeydi ve ben Fransız askeri doktorunun dul eşiydim.Hacca gidebilmek ve ölünce müslüman mezarlığına gömülmek için resmi belgeyi almayı arzuluyordum.Bu isteğime kavuştum.

1951 senesinde Müslümanlığımı resmen tescil ettirdiğim sırada Fransız sömürge idaresi beni sorgulamadan geçirdi ve niçin müslüman olduğumu sordu.Ben de;"20 seneden beri islam dinine girmek istiyordum.O tarihten beri çeşitli dinler üzerinde çok ciddi araştırmalar yaparak bu karara vardım.Uzun süre çeşitli engeller sebebiyle kararımı tatbik edemedim.Hem islam dinine inanıp,hem de ibadetlerini yaparken hala hristiyan sıfatını taşımak ikiyüzlülük olurdu.İslamı,ruhi ihtiyaçlarıma daha uygun buluyorum." dedim..."